2 Eki 2013

İNTERNET SİTESİ AÇMA ZORUNLULUĞU

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın bağımsız denetime tabi şirketlere yönelik internet sitesi açma zorunluluğu, 1 Ekim'de başlıyor.
 Yeni Türk Ticaret Kanunundaki düzenlemeler ile ticaret hayatına ilişkin bir dizi yeniliğe imza atan Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, bu kapsamda bir yeniliği daha hayata geçiriyor. Bakanlığın 1 Temmuz'da yürürlüğe giren Sermaye Şirketlerinin Açacakları İnternet Sitelerine Dair Yönetmeliği'ne göre, bağımsız denetime tabi şirketlerin internet sitesi açma zorunluluğu yarından itibaren başlayacak.
Yönetmelik, 1 Temmuz'dan sonra kurulan bağımsız denetime tabi şirketlerin, ticaret siciline tescil edildiği tarihten itibaren 3 ay içinde internet sitesi açmaları zorunluluğu getiriyordu. Zorunluluk kapsamına giren ve halihazırda internet sitesi olan şirketler ise belirlenen kurallara göre sitelerini güncelleyecek. Şirketler, bu kapsamda internet sitelerinin bir bölümünü kanunen yapılması gereken ilanların yayımlanması için uyarlayacak.
Şirketler, söz konusu internet sitesi yükümlülüğünü doğrudan kendileri yerine getirebileceği gibi Merkezi Veri Tabanı Hizmet Sağlayıcısı (MTHS) adı verilen özel hukuk tüzel kişilerinden de destek alabilecek. Oluşturulan internet sitesi, şirketlerin MERSİS numarası altında tescil edilecek.
 Sitede neler olacak?
İnternet sitesinin açılması ile birlikte siteye konacak bilgiler arasında, şirketin MERSİS numarası, merkezi, taahhüt edilen ve ödenen sermaye miktarı ile anonim şirketlerde yönetim kurulu başkan ve üyelerinin, limited şirketlerde müdürlerin, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerde ise yöneticilerin isimleri yer alıyor. Ayrıca, şirketin son 3 yılın finansal tabloları ile yıllık faaliyet raporları, gereğinde ara bilançoları ortakların incelemesine sunulmak üzere genel kurul kararından önceki 30 gün içinde internet sitesinde yer alacak.
Öte yandan, şirkete fesih davası açılmış ise davanın açıldığı hususu, sicil gazetesinde yayımlandığı tarihten itibaren en geç 5 gün içinde internet sitesine konacak.
 Bilgiler arşivlenecek
 İnternet sitesinde yayımlanan içerik, ilgili mevzuatta daha uzun bir süre öngörülmedikçe internet sitesindeki yayımının son bulduğu tarihten itibaren 5 yıl süre ile elektronik olarak arşivlenecek.
İnternet sitesinde yer alacak içeriğin arşivlenmesinde güvenli elektronik imza ve zaman damgası kullanılacak, içeriğin MERSİS veya diğer veri tabanlarına bir MTHS aracılığıyla aktarılması bakanlık tarafından zorunlu kılınmışsa bu içerik belirlenen format ve standartlara uygun olarak ilgili veri tabanına aktarılabilecek.
Öte yandan, 21 Eylül'deki Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren değişiklikle, doğrudan bağımsız denetim kapsamında olmayan sermaye şirketlerine internet sitesi yükümlülüğü kaldırıldı.

27 Eyl 2013

OTO ALIM SATIMINDAN DOLAYI GERİYE DÖNÜK MÜKELLEFİYET

Oto alım satımından dolayı Geriye Dönük Mükellefiyet
Oto alım satımından dolayı Geriye Dönük Mükellefiyet Tesisine Danıştay Kararları doğrultusunda bir bakış 

Bir takvim yılı içerisinde birden fazla oto alıp satanlara vergi dairelerince re’sen geçmişe dönük mükellefiyet tesis ettirilerek, ilgili yıllara ait gelirlerini beyan etmediklerinden bahisle cezalar gönderilmektedir.
Söz konusu bu uygulama neticesi, haricen oto alım satımı işi yapan ve sattığı araba karşılığında fazla bir kâr etmeyen, ancak az da olsa ek bir gelir elde eden vatandaşlar oldukça yüklü miktarda vergi cezaları ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadırlar.

Zira, vergi dairelerince ilk araba alım satımını yaptığı tarihten itibaren geriye dönük beş yıla kadar mükellefiyet tesis ettirilmekte ve bundan kaynaklı beyanname vermemeden kaynaklı özel usulsüzlük cezası ve takdir komisyonunca belirlenecek vergi ziyaı cezası gönderilmektedir.
Vergi dairelerince yapılan bu uygulamanın hukuksal boyutunu Danıştay kararları doğrultusunda incelediğimizde şu sonuçlarlara karşı karşıya kalmaktayız. Şöyle ki;
1- Vatandaşların araç bilgilerinin tespiti açısından vergi dairelerince yapılan yoklama tutanağı veya bilgisayar sorgulamasının hukuksal boyutu
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 127. maddesinde, yoklamadan maksadın, mükellefleri ve mükellefiyetle ilgili maddi olayları, kayıtları ve mevzuları araştırmak ve tesbit etmek olduğu açıklanmış, aynı Kanunun 131. maddesinde de yoklama neticelerinin tutanak mahiyetinde olan yoklama fişine geçirileceği, bu fişlerin yoklama yerinde iki nüsha tanzim olunarak tarihleneceği, bulunursa nezdinde yoklama yapılana veya yetkili adamına imza ettirileceği, bunlar bulunmaz veya imzadan çekinirlerse keyfiyetin fişe yazılacağı ve yoklama fişinin polis, jandarma, muhtar veya ihtiyar meclisi üyelerinden birine imzalattırılacağı belirtilmiştir. 

Bu madde hükümlerine göre yoklama fişine dayanılarak geçmişe dönük olarak tarhiyat yapılabilmesi, ancak belli tarihler arasında oto alım satımı yapıldığına ilişkin tutanağın yükümlü tarafından bu tarihler arasında bu işin yapıldığı kabul edilerek imzalanmasına bağlıdır. Aksi halde düzenlenen tutanağa dayanılarak geçmişe dönük tarhiyat yapılması söz konusu olamaz. 
Bu yüzden de vatandaşların kendileri hakkında yapılan yoklama tutanaklarını imzalamamaları veyahut imzalamak zorunda kaldıkları bu tutanaklarda kendileri hakkında geriye dönük olarak oto alım satımı yaptığından bahisle düzenlenen ibareleri kabul etmemeleri ve bu işin ticaretini yapmadıklarını açık olarak tutanağa yazdırmaları gerekmektedir. Aksi halde kabul etmiş oldukları bu olay nedeniyle hukuksal olarak yapacakları bir şey kalmamış olacaktır.
Nitekim Danıştay 9.Dairesi 13.11.1990 tarih ve 1989/4436 Esas-1990/3497 Karar sayılı ilamı da bu doğrultuda olup gerekçesi de aşağıdaki gibidir. 

T.C. DANIŞTAY
9.Dairesi

2- Yapılan oto alım satımı işinin ticari bir faaliyet olup olmadığı ve bu işten dolayı geriye dönük ceza ve vergi alınıp alınmayacağı hususu

Gelir vergisi kanunu’nun (1.) Maddesinde, gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarının gelir vergisine tabi olduğu, (37.) Maddesinde ise her türlü ticari faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu hükme bağlanmıştır.
Danıştay kararlarında; bir kazancın ticari kazanç olarak nitelendirilebilmesi, bir faaliyetten kazanç sağlanması ve faaliyetin devamlılığı koşullarına bağlanmıştır. Devamlılık unsuru ise; işlemin aynı vergilendirme döneminde yinelenmesi ya da önceki vergilendirme döneminde de yapılmış olması olarak açıklanmıştır. Devamlılık unsurunun gerçekleşmesi halinde, bu işlemlerin kazanç sağlamak amacıyla yapılmadığını kanıtlama yükü vergi mükelleflerine yüklenmiştir.
Danıştay uygulamasına göre; birden fazla yılda iki veya daha çok oto alım satımı faaliyetinde bulunan mükellefin, faaliyetinden elde ettiği kazancın devamlılık unsuru yönünden ticari kazanç olarak vergilendirilmesine ilişkin tüm koşullar gerçekleştiği kabul edilmiştir.
Ancak bu faaliyetten dolayı geriye dönük vergi ve ceza alınıp alınmayacağı hususunda; Danıştay yukarıda “yoklama” bölümünde de açıklandığı üzere, ilgili hakkında yapılan yoklama veya sorgulama tutanağına göre ancak o günkü maddi olayın tespiti mümkün olacağından, yoklama veya sorgulama tarihi esas alınarak bu tarihten itibaren vergi ve ceza istenebileceği görüşünü benimsemiştir. 
Oto alım satımı ile bire bir uyumlu olan Danıştay 3.Dairesinin 11.06.2009 tarih ve 2007/3751 Esas-2009/2092 Karar sayılı ilamında; yapılan oto alım satımı işinin ticari faaliyet olduğu belirtilerek, davacı adına faaliyetin saptandığı yoklama tarihi itibarıyla mükellefiyet tesis edilebileceğinin göz önünde bulundurularak vergi ve ceza istenebileceği açıklanmıştır. Konuyla ilgili örnek Danıştay kararının gerekçesi de aşağıdaki gibidir.
T.C. DANIŞTAY
3.Dairesi

ÖZET: Alım-satımların ticari kazanç sağlama amacı dışında nedenlerle yapıldığı iddiasını kanıtlaması gereken davacı tarafından, yoklama üzerine idareye yapılan başvuru sırasında araçların ticari amaçlı alınıp satılmadığı, yakınlarının isteği üzerine geçici olarak adına tescil ettirildiğinin, dava dilekçesinde ise alım-satımdan kar değil zarar elde edildiğinin, ileri sürülmekle yetinildiği, ancak birden fazla kamyon, kamyonet ve otomobilin ticari amaçla alınıp satılmadığı iddiasını kanıtlayan hukuken geçerli herhangi bir bilgi ya da belge sunulamadığı anlaşıldığından, faaliyetin kazanç elde etmek amacıyla yürütüldüğü sonucuna varılmıştır.

İstemin Özeti: Davacı adına taşıt alım-satımından ötürü 26.6.2003 tarihi itibarıyla gelir vergisi mükellefiyeti tesis edilmesine ilişkin 21.4.2007 gün ve 9936 sayılı işlemi; herhangi bir faaliyetin gelir vergisi mükellefiyetinin konusunu oluşturabilmesi için, gelir sağlama amacıyla, ticari bir organizasyon çerçevesinde devamlı olarak yürütülmesi gerektiği, davacı adına, 26.6.2003-12.1.2007 döneminde 11 taşıt alıp sattığının saptanması üzerine mükellefiyet tesis edilmiş ise de, davalı idarece taşıt alım satımının süreklilik arzedip arzetmediği, bu faaliyetten gelir elde edilip edilmediği objektif kriterlerle ortaya konulmadan, bu yönde somut bir tespite dayanmadan salt bilgisayar kayıtlarından uzun bir zaman aralığında 11 taşıt alınıp satıldığı bilgisine ulaşılması nedeniyle kurulan işlemin hukuka uygun görülmediği gerekçesiyle iptal eden Trabzon Vergi Mahkemesinin 4.7.2007 gün ve E:2007/315, K:2007/386 sayılı kararının; 2003 yılında satın aldığı 4 taşıtı 2004 ve 2005 yıllarında, 2004 yılında aldığı 2 taşıtı 2005 ve 2006 yıllarında, 2006 yılında aldığı 4 taşıtın üçünü 2006 ve 2007 yıllarında satan ve halen üzerinde kayıtlı iki taşıt bulunan davacının faaliyeti süreklilik arzettiğinden adına mükellefiyet tesis edilmesinde kanuna aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek bozulması istenmiştir.


Düşüncesi: Araç alım-satımını devamlılık arz edecek yapan davacı adına gerçek usulde gelir vergisi mükellefiyeti tesisi işlemine karşı açılan davayı kabul eden mahkeme kararı temyiz edilmiştir.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 37.maddesinin 1.fıkrasında; her türlü ticari ve sanai faaliyetten elde edilen kazanç ticari kazanç olarak tanımlanmıştır.

Maddi ve şekli anlamda bir ticari organizasyonun belirgin olmadığı durumlarda kazanç doğuran işlemin çokluğu faaliyetin süreklilik unsurunu belirleyen ölçüdür. Bir faaliyetin devamlı yapılması halinde, işlemlerin kazanç sağlamak amacıyla yapılmadığını kanıtlama yükü davacıya aittir.

Davacının, 2003 yılında 4 araç alıp bu araçları 2004 ve 2005 yıllarında sattığı, 2004 yılında 2 araç alıp 2005 ve 2006 yıllarında sattığı, 2006 yılında 4 araç alıp 2006 ve 2007 yıllarında sattığı taraflar arasında çekişmesizdir.

Farklı yıllarda birden fazla araç alıp satması, araç alım-satım işiyle uğraştığına karine teşkil etmekte olup, bu alım satımın kazanç sağlama amacı taşımadığını da kanıtlaya mayan davacının gerçek usulde gelir vergisi mükellefiyetinin tesis edilmesinde hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenle temyiz isteminin kabulü ile temyize konu mahkeme kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Üçüncü Dairesince işin gereği görüşülüp düşünüldü:

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 1'nci maddesinde gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğu, gelirin bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olduğu öngörülmüş, 2'nci maddesinde ticari kazanç, gelirin unsurları arasında sayılmış, Yasanın 37'nci maddesinde ise her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu hükme bağlanmıştır.

İncelenen dosyadan, davalı idarece motorlu taşıtların alım-satımlarına ilişkin olarak plakaları üzerinden yapılan araştırma sırasında davacının 2003-2007 döneminde 11 adet taşıt satın alıp bunlardan 9 adedini sattığının tespit edilmesi üzerine davacı nezdinde 20.2.2007 tarihinde yoklama yapıldığı, alım-satımı yapılan taşıtlarla ilgili bilgilerin tutanağa alındığı ve 21.4.2007 gün ve 9936 sayılı işlemle adına taşıt alım-satımı faaliyetinde bulunması nedeniyle ilk taşıtın satın alma tarihi olan 26.6.2003 tarihi itibarıyla gerçek usulde gelir vergisi mükellefiyeti tesis edildiği anlaşılmaktadır.

Gelir Vergisi Kanununda bir kazancın ticari kazanç olarak nitelendirilebilmesi, bir faaliyetten kazanç sağlanması ve faaliyetin devamlılığı koşullarına bağlanmıştır. Maddi ve şekli anlamda bir ticari organizasyonun belirgin olmadığı durumlarda kazanç doğuran işlemin çokluğu devamlılık unsurunu belirleyen en nesnel ölçü olup, bir işlemin devamlılığı, işlemin aynı vergilendirme döneminde yinelenmesi ya da önceki vergilendirme döneminde de yapılmış olmasına göre belirlenebilir. Devamlılık unsurunun gerçekleşmesi halinde, bu işlemlerin kazanç sağlamak amacıyla yapılmadığını kanıtlama yükü vergi mükelleflerine düşer.

2003 yılında satın alınan 4 taşıtı 2004 ve 2005 yıllarında, 2004 yılında alınan 2 taşıtı 2005 ve 2006 yıllarında, 2006 yılında satın alınan 4 taşıttan üçünü 2007 yılında sattığı ve adına kayıtlı 2 taşıt daha bulunduğu saptanan davacının bu alım-satım faaliyetinden elde ettiği kazancın ticari kazanç olarak vergilendirilmesine ilişkin tüm koşullar gerçekleşmiştir. Bu alım-satımların ticari kazanç sağlama amacı dışında nedenlerle yapıldığı iddiasını kanıtlaması gereken davacı tarafından, yoklama üzerine idareye yapılan başvuru sırasında araçların ticari amaçlı alınıp satılmadığı, yakınlarının isteği üzerine geçici olarak adına tescil ettirildiğinin, dava dilekçesinde ise alım-satımdan kar değil zarar elde edildiğinin, ileri sürülmekle yetinildiği, ancak birden fazla kamyon, kamyonet ve otomobilin ticari amaçla alınıp satılmadığı iddiasını kanıtlayan hukuken geçerli herhangi bir bilgi ya da belge sunulamadığı anlaşıldığından, faaliyetin kazanç elde etmek amacıyla yürütüldüğü sonucuna varılmıştır. Bu nedenle vergi mahkemesi kararının, davacı adına faaliyetin saptandığı 20.2.2007 tarihi itibarıyla mükellefiyet tesis edilebileceği de göz önünde bulundurularak yeniden karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Trabzon Vergi Mahkemesinin 4.7.2007 gün ve E:2007/315, K:2007/386 sayılı kararının bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 13'üncü maddesinin (j) bendi parantez içi hükmü uyarınca alınması gereken harç dahil olmak üzere yargılama giderlerinin yeniden verilecek kararda karşılanması gerektiğine, 11.06.2009 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

3-Oto alım satımından dolayı geriye dönük mükellefiyet tesisi işlemi neticesi geçmişe dönük olarak beyanname vermemeden dolayı özel usulsüzlük cezası verilip verilemeyeceği hususu

Vergi Usul Kanunu’nun 353.maddesinde; takvim yılının kapanmasından sonra ve zamanaşımı süresi içinde vergi incelemesiyle iddia edilen ve vergi kaybı doğuran olaylardan yola çıkılarak, geçmiş yıllara ait beyannamelerin elektronik ortamda ve yasal süresi içinde verilmediği yaklaşımıyla özel usulsüzlük cezası kesilmesini öngören bir düzenleme yer almamaktadır.

Bu nedenlerle ilgili kişi kendisine tebliğ edilen ihbarname ile vergi mükellefi olduğunu öğrendiğinden; yapılan bu geriye dönük mükellefiyet tesisi neticesinde elektronik ortamda ve kanuni süresi içinde beyanname vermediği gerekçesiyle; geçmiş yıllara ait kanuni süresi içinde verilmesi imkânsız olan beyannamelerle ilgili tüm cezaların cari yıl içerisinde bir anda kesilmesi kanunun konuluş maksadıyla çelişmektedir. Zira ;
henüz mükellef olunmayan dönemlerde elektronik ortamda ve yasal süresinde beyanname verilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Nitekim Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu 07.05.2010 tarih ve 2099/271 Esas-2010/218 Karar sayılı ilamında da bu konuya vurgu yaparak özel usulsüzlük cezalarının kaldırılmasına karar vermiştir. Bu konuyla ilgili örnek Danıştay kararının gerekçesi aşağıdaki gibidir.







Kaynak:Avukat Halil İbrahimTuran

20 Eyl 2013

BÜRO MOBİLYA MALZEMELERİ ÜRETİMİ VE TESLİMİ İLE MONTAJ İŞLERİ YILLARA SARİ İNŞAAT İŞİ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEBİLİR Mİ?

BÜRO MOBİLYA MALZEMELERİ ÜRETİMİ VE TESLİMİ İLE MONTAJ İŞLERİ YILLARA SARİ İNŞAAT İŞİ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEBİLİR Mİ?
1) Genel Açıklama
Bilindiği üzere, vergilendirmede dönemsellik ilkesi esas olup, bu ilke uyarınca, gerçek kişi ve kurumların bir takvim yılı/hesap döneminde elde ettikleri gelir/kazançları vergilendirilmektedir. Ancak, yıllara sari inşaat ve onarma işlerinin vergilendirilmesi hususu dönemsellik ilkesinin bir istisnasını oluşturmaktadır.
Yıllara sari inşaat işleri ve vergilendirilmesine ilişkin düzenleme Gelir Vergisi Kanununun 42. Maddesinde yer almaktadır. Sözü edilen 42. Maddede, birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat (dekapaj işleri de inşaat işi sayılır) ve onarma işlerindekar veya zararın işin bittiği yıl kati olarak tespit edileceği ve tamamının o yılın geliri sayılarak, mezkur yıl beyannamesinde gösterileceği hükme bağlanmış, 44. maddesinde de, inşaat ve onarma işlerinde geçici ve kesin kabul usulüne tabi olan hallerde geçici kabulün yapıldığını gösteren tutanağın idarece onaylandığı tarih, diğer hallerde işin fiilen tamamlandığı veya fiilen bırakıldığı tarihin bitim tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir.
Buna göre, yıllara sari inşaat işlerinden elde edilen kazançlar, diğer işlerin aksine  işin bittiği yılın geliri/kazancı sayılarak gelir ve kurumlar vergisine tabi tutulacaktır. Ancak,  5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 15. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinin birinci fıkrasının 3 numaralı bendine göre, anılan Kanun’un 42. maddesi kapsamına giren işler dolayısıyla bu işleri yapanlara ödenen istihkak bedellerinden vergi tevkifatı yapılması gerekmekte olup, bu oran 2009/14592 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla % 3 olarak tespit edilmiştir.
Bir işin GVK. 42. Madde  kapsamında yıllara sari inşaat işi sayılarak vergilendirilebilmesi için;
-  İn­şa­at ve ona­rım işi olması,
-  Ta­ah­hü­de bağ­lı ol­arak yapılması,
- Bir­den faz­la yıla sirayet etmesi
gerekmektedir.
2) Büro Mobilya Malzemelerinin Teslimi ve Montaj İşleri Yıllara Sari İnşaat İşi Kapsamında Değerlendirilebilir mi?
Uygulamada, büro mobilyalarının teslimi ve montaj işleminin yıllara sari iş olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususunda tereddütlerle karşılaşılmaktadır. Başkanlığımızdan görüş talep edilmektedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, bir işin GVK.nın 42. Maddesi kapsamında yıllara sari inşaat işi sayılabilmesi için öncelikle yapılan işin inşaat ve onarım işi olması gerekmektedir. Ancak hiçbir Vergi Kanunumuzda “inşaat ve onarma işleri” kavramı tanımlanmamıştır. Bu durum, bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. 
Öte yandan, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 4. maddesinde yapım; bina, karayolu, demiryolu, otoyol, havalimanı, rıhtım, liman, tersane, köprü, tünel, metro, viyadük, spor tesisi, alt yapı, boru iletim hattı, haberleşme ve enerji nakil hattı, baraj, enerji santrali, rafineri tesisi, sulama tesisi, toprak ıslahı, taşkın koruma ve dekapaj gibi her türlü inşaat işleri ve bu işlerle ilgili tesisat, imalat, ihzarat, nakliye, tamamlama, büyük onarım, restorasyon, çevre düzenlemesi, sondaj, yıkma, güçlendirme ve montaj işleri ile benzeri yapım işleri olarak tanımlanmıştır.
Buna göre, büro mobilyalarının imalatı ve montajı işi,
- Yüklenilen bir inşaat işinin kapsamında taahhüde bağlı olarak yapılması ve birden fazla takvim yılına sirayet etmesi halinde, yıllara sari inşaat ve onarım işi kapsamında değerlendirilecek,
- Yüklenilen bir inşaat işinin kapsamında taahhüde bağlı olarak yapılmaması ve/veya birden fazla takvim yılına sirayet etmemesi halinde ise, yıllara sari inşaat ve onarım işi kapsamında değerlendirilmeyecektir.
Örneğin, üretimi yapılarak teslim edilen büro mobilyalarının montajı işi, Gelir Vergisi Kanununun 42. maddesi kapsamında yıllara sari inşaat ve onarma işi olarak kabul edilmeyecektir.
Nitekim, Maliye Bakanlığı da aynı görüşte olup, verdiği bir özelgede;
“5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun "Safi Kurum Kazancı" başlıklı 6 ncı maddesinde; kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun "Birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat ve onarma işleri" başlıklı 42 nci maddesinin birinci fıkrasında, "Birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat (dekapaj işleri de inşaat işi sayılır.) ve onarma işlerinde kâr veya zarar işin bittiği yıl kati olarak tespit edilir ve tamamı o yılın geliri sayılarak, mezkur yıl beyannamesinde gösterilir." hükmüne yer verilmiştir.
Bir işin Gelir Vergisi Kanununun 42 nci maddesi kapsamına girmesi için, faaliyet konusu işin, inşaat ve onarma işi olması, işin taahhüde bağlı olarak başkaları hesabına yapılması ve birden fazla takvim yılına sirayet etmesi gerekmektedir.
Aynı Kanunun "İnşaat ve onarma işlerinde işin bitimi" başlıklı 44 üncü maddesinde, inşaat ve onarma işlerinde geçici ve kesin kabul usulüne tabi olan hallerde geçici kabulün yapıldığını gösteren tutanağın idarece onaylandığı tarihin; diğer hallerde işin fiilen tamamlandığı veya fiilen bırakıldığı tarihin bitim tarihi olarak kabul edileceği ve bitim tarihinden sonra bu işlerle ilgili olarak yapılan giderler ve her ne nam ile olursa olsun elde edilen hasılat, bu giderlerin yapıldığı veya hasılatın elde edildiği yılın kâr veya zararının tespitinde dikkate alınacağına hükmedilmiştir.
Ayrıca, 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun "Tanımlar" başlıklı 4 üncü maddesinde yapım; bina, karayolu, demiryolu, otoyol, havalimanı, rıhtım, liman, tersane, köprü, tünel, metro, viyadük, spor tesisi, alt yapı, boru iletim hattı, haberleşme ve enerji nakil hattı, baraj, enerji santrali, rafineri tesisi, sulama tesisi, toprak ıslahı, taşkın koruma ve dekapaj gibi her türlü inşaat işleri ve bu işlerle ilgili tesisat, imalat, ihzarat, nakliye, tamamlama, büyük onarım, restorasyon, çevre düzenlemesi, sondaj, yıkma, güçlendirme ve montaj işleri ile benzeri yapım işleri olarak tanımlanmıştır.
Öte yandan, Kurumlar Vergisi Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasında vergi kesintisi yapmak zorunda olanlarca kurumlara avanslar da dahil olmak üzere nakden veya hesaben yapılan ödemeler üzerinden vergi kesintisi yapılacağı; (a) bendinde de, Gelir Vergisi Kanununda belirtilen esaslara göre birden fazla takvim yılına yaygın inşaat ve onarım işleri ile uğraşan kurumlara bu işleri ile ilgili olarak yapılan hakediş ödemelerinden vergi kesintisi yapılacağı hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan 2009/14594 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile de bahse konu vergi kesintisi oranı % 3 olarak belirlenmiştir.
Bu hükümlere göre, üretimi yapılarak teslim edilen büro mobilyalarının montajı işi, Gelir Vergisi Kanununun 42 nci maddesi kapsamında yıllara sari inşaat ve onarma işi olmadığından, Şirketinize yapılan ödemeler üzerinden vergi kesintisi yapılmaması gerekmektedir.
Ancak, büro mobilyalarının imalatı ve montajı işi, yüklenilen bir inşaat işinin kapsamında taahhüde bağlı olarak yapılması ve birden fazla takvim yılına sirayet etmesi halinde, söz konusu iş yıllara sari inşaat ve onarım işi kapsamında değerlendirileceğinden yapılan hakediş ödemeleri üzerinden kurumlar vergisi kesintisi yapılacağı tabiidir.”
Şeklinde görüş bildirilmiştir. (GİB. İstanbul VDB.nin 30/07/2013 tarihli ve 62030549-125[6-2012/256]-1133 sayılı özelgesi)

Saygılarımızla,
                                                                                                          Yılmaz SEZER

                                                                                           GÜNCEL&LAVIALE TÜRKİYE

17 Eyl 2013

GAYRİ FAAL ŞİRKETLERİN TASFİYESİ


 6335 sayılı Yasa ile getirilen değişikliklerle birlikte 6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu 01.07.2012 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi. 6335 sayılı Yasa ile 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na eklenen geçici 7. madde ile gayri faal şirketlerin tasfiyesi kolaylaştırıldı.
TOBB’un verilerine göre Türkiye’de 32 bin 782 anonim, 175 bin 434 limited, 39 bin 242 kooperatif gayri faal durumda, gayri faal şirketlerin toplamı 247 bin 558’e ulaşmış durumda. Yeni TTK’da yapılan değişiklikle faal olmayan şirketlerin ortadan kaldırılması öngörülüyor.
HANGİ ŞİRKETLER TASFİYE EDİLECEK?
1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren 1 Temmuz 2014 tarihine kadar (iki yıl içinde) aşağıdaki koşulları taşıdığı tespit edilen ya da bildirilen anonim ve limited şirketler ile kooperatiflerin tasfiyeleri ve ticaret sicilinden kayıtlarının silinmesi, ilgili kanunlardaki tasfiye usulüne uyulmaksızın yapılacaktır;
- 24.06.1995 tarihli ve 559 sayılı Türk Ticaret Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname gereğince, sermayelerini 5.000,00 TL’ye yükseltmeyen limited şirketler ile 50.000,00TL’ye yükseltmeyen anonim şirketler.
- 01.07.2012 tarihinden önce veya bu tarihinden itibaren iki yıl içinde münfesih olan anonim ve limited şirketler.
- Kooperatifler Kanunu hükümlerine göre herhangi bir nedenle dağılmış olan kooperatifler.
- Son 5 yıla ait olağan genel kurul toplantıları yapılamayan anonim şirketler ile kooperatifler.
- 01.07.2012 tarihinden önce tasfiye işlemlerine başlanılmış ancak genel kurulun toplanamaması nedeniyle ara bilançoları veya son ve kati bilançosu genel kurula tevdi edilemediği için ticaret sicilinden terkin işlemi yapılamayan şirket ve kooperatifler.
KOLAY TASFİYEDE DURUM 
Ticaret sicil memurlukları tarafından çalışmalar yapıldı ve halen şirketlerin durumu inceleniyor. Yukarıda belirtilen koşulları taşıyan şirketler sicil memurlarınca tespit edilip toplu halde ticaret sicil gazetesinde ilan ediliyor. Şu anda hemen hemen her sicil memurluğu toplu şekilde ticaret sicil gazetesinde tasfiye sürecine aldığı şirketleri ilan etti.
Bu durumda şirketinizin durumunu eğer ticaret sicil gazetelerinden tespit edemiyorsanız, mutlaka şirketinizin kayıtlı olduğu ticaret sicil memurluğuyla iletişim kurarak şirketinizin durumunu tespit edebilirsiniz.
Eğer şirketinizin ilgililer tarafından tasfiye sürecine dahil edilmediğini ve  tasfiye edilmesi gerektiğini düşünüyorsanız, şirketinizin faal olmadığını, vergi dairesi tarafından resen terk ettirildiğini vb. nedenleri veya yukarıda yazılı olan koşulları sağladığınızı belirten yazılı bir dilekçe ile sicil memurluğuna başvuruda bulunursanız sürece dahil olabilirsiniz.
ŞİRKETİNİZ TASFİYE EDİLİYOR OLABİLİR
Bu süreçte şirketinizin uzun süredir ticaret odası aidatını ödemiyorsanız ve sermayenizi belirtilen tarih itibariyle asgari tutara yükseltmediyseniz, sonuç itibariyle sıkıntılar sizi bekliyor demektir. Yükümlülüklerinizi yerine getirmediğiniz için faal olan şirketiniz tasfiye ediliyor olabilir. Ticaret odası kayıtlarınızı aidat borcunuzu ve yasal yükümlülüklerinizi mutlak süratle takip etmeniz gerekmektedir.
Kaynak:SMMM Cihat Ertürk

16 Eyl 2013

ÖZEL DERS VEREN ÖĞRETMENLERİN GELİR VERGİSİ YÜKÜMLÜLÜĞÜ

1) Özel Ders Veren Öğretmenlerin Gelir Vergisi Karşısındaki Durumu
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun
- 65. maddesinde;
"Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır. 
Serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmıyan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.",
 66. maddesinde ise;"Serbest meslek faaliyetini mutad meslek halinde ifa edenler, serbest meslek erbabıdır. Serbest meslek faaliyetinin yanında meslekten başka bir iş veya görev ile devamlı olarak uğraşılması bu vasfı değiştirmez.",
 hükümleri yer almaktadır.
Buna göre, öğretmenler tarafından öğrencilere yapılan özel ders verme faaliyetinin serbest meslek faaliyeti, bu faaliyetten elde edilen kazancın da serbest meslek kazancı olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca,  özel ders veren öğretmenlerin devlet veya özel bir eğitim kurumunda da öğretmenlik yapmaları halinde, bu kurumlar tarafından ödenen ücretlerden gelir vergisi kesintisi yapılması nedeniyle, tek işverenden alınan söz konusu ücretler, bu öğretmenler tarafından serbest meslek faaliyeti nedeniyle verecekleri yıllık gelir vergisi beyannamesine dahil edilmeyecektir.
Konu ile ilgili olarak Maliye Bakanlığı tarafından verilen bir özelgede,
“Ücretli çalıştığınız özel okul dışındaki öğrencilere özel ders vermenize ilişkin faaliyetinizin serbest meslek faaliyeti, bu faaliyetinizden elde edilen kazancın da serbest meslek kazancı olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, bu faaliyetiniz dolayısıyla serbest meslek makbuzu düzenlemeniz ve serbest meslek kazanç defteri tutmanız zorunlu bulunmaktadır.”
Şeklinde görüş bildirilmiştir. (MB. GİB. İzmir VDB.nin 30/07/2013 tarihli ve 84098128-120.04-450 sayılı özelgesi)
2) Özel Ders Veren Öğretmenlerin KDV Karşısındaki Durumu
3065 sayılı KDV Kanununun 1/1. maddesine göre, Türkiye’de yapılan ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti kapsamındaki teslim ve hizmetler KDV’ye tabi bulunmaktadır. 
Bu çerçevede, öğretmenlerin özel ders verme hizmetleri GVK yönünden serbest meslek faaliyeti olarak kabul edildiğinden, bu kapsamda gerçekleştirilen özel ders verme hizmetleri KDV’ye tabi bulunmaktadır. Bu kapsamda hizmet veren öğretmenlerin KDV mükellefiyeti tesis ettirmeleri ve her ay KDV beyannamesi vermeleri gerekmektedir.

9 Eyl 2013

Özürlü Raporu’na Göre Tüm Vücut Fonksiyon Kaybı Oranı % 60’dan Fazla Olduğu Halde, Malulen Emekli Olamama:

Özürlü Raporu’na Göre Tüm Vücut Fonksiyon Kaybı Oranı % 60’dan Fazla Olduğu Halde, Malulen Emekli Olamama:
- Özürlü sağlık kurulu raporlarında kullanılan ölçüt ve sınıflandırmalar farklıdır. Özürlü Raporlarında Tüm Hastalıklar birleştirilerek (Balthazard formülü) Tüm Vücüt Fonksiyon Kaybı Oranı belirlenir. Malulen emekli olmak isteyen sigortalılar için Çalışma Gücü Ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği uygulanır. Sözkonusu Yönetmelik ekinde belirtilen hastalıklardan birden fazlası mevcut ise, değerlendirmede en ağır olan hastalık dikkate alınır. Hastalıklar birleştirilmez.

Malul ve Özürlülerin Hakları

Malul ve Özürlülerin Hakları
Malul çocuklar ana-babaları sağ ise onlar üzerinden ölünceye kadar sağlık yardımı alabilecekleri gibi ana-babaları vefat ederse yine onlar üzerinden ölünceye kadar yetim aylığı alabilirler

Malul çocukların, ana-babaları üzerinden sosyal güvenlik sisteminden gelen iki tür hakları vardır.

1- Yaşayan ana-baba üzerinden ömür boyu sağlık yardımı alma hakları.

2- Vefat etmiş ana-baba üzerinden ömür boyu yetim aylığı alma hakları.

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 3'üncü maddesi gereğince, ana-babaların, çocuklarına Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamında Sosyal
 Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından sağlık yardımı aldırabilmesi için şu şartların olması gerekir:

a- Kız veya erkek fark etmez genel olarak çocukların 18 yaşını tamamlamamış olmaları.

b- Ancak, çocuklar lise ve dengi öğrenim veya 5.6.1986 tarihli ve 3308 Sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nda belirtilen aday çıraklık ve çıraklık eğitimi ile işletmelerde mesleki eğitim görmesi halinde 20 yaşını, yükseköğrenim görmesi halinde 25 yaşını doldurmamış ve evli olmaması gerekir.

c- Kaç yaşında olursa olsun malul olduğu (yüzde 60'tan fazla rapora sahip olduğu) tespit edilen evli olmayan çocuklara ise ömürleri boyunca sağlık yardımı verilir. Görüldüğü üzere malul olmayan çocuklara en fazla okuması şartıyla 25 yaşında kadar sağlık yardımı verilirken, çocuğun yüzde 60'tan fazla oranlı sağlık kurulu raporuyla malul sayılması halinde bu süre ömür boyu devam etmekle birlikte yeni 5510 Sayılı Kanun, evlenen malul çocuklara ana-baba üzerinden sağlık yardımı verilmesi uygulamasına son vermiştir.

Eskiden 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 106'ncı maddesine göre,
"b) 18 yaşını veya ortaöğrenim yapıyorsa 20 yaşını, yükseköğrenim yapıyorsa 25 yaşını doldurmamış veya 18 yaşını doldurmuş olup da çalışamayacak durumda malul erkek çocukları ile yaşları ne olursa olsun evli bulunmayan ve sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi olarak çalışmayan veya bunlardan aylık yahut gelir almayan kız çocukları"na sağlık yardımı SSK tarafından veriliyordu. Madde metninden görüleceği üzere malul erkek çocuklara evli dahi olsalar bir ömür boyunca ana-baba üzerinden SSK sağlık yardımı verilirken, yeni kanun bu uygulamaya son vermiş ve özürlülere hak kaybı yaşatmıştır.

ESKİ HAKLAR BİR SÜRE DAHA DEVAM EDECEK

Öte yandan 5510 Sayılı Kanun'un "Genel sağlık sigortası geçiş hükümleri" geçici 12'nci maddesi, eski kanunlardan gelen hakları bir süre daha devam ettirme hakkı getirmiştir. Maddeye şöyledir: "İlgili kanunlar gereği tedavi yardımları karşılanan kişiler, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte herhangi bir işleme gerek kalmaksızın, bu kanun açısından genel sağlık sigortalısı veya genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi sayılır. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte ilgili kanunları gereği bakmakla yükümlü olunan kız çocukları bu kanun gereğince de bakmakla yükümlü olunan kişi sayılır. Ancak durumlarında değişiklik olduğunda sağlık hizmetlerinden yararlanma koşulları bu kanun hükümlerine göre yeniden belirlenir. Bu kişilerin sigortalı ve sigortalının bakmakla yükümlü olduğu kişilere ilişkin bilgileri ilgili kurumlar tarafından bu kanunun yürürlük tarihinden itibaren en geç üç ay içinde kuruma bildirilir."

VEFAT ETMİŞ ANA-BABA ÜZERİNDEN ÖMÜR BOYU YETİM AYLIĞI ALMA HAKLARI

5510 Sayılı Kanun'un 32 ile 36'ncı maddeleri, ölüm sigortasından aylık bağlama hususlarını içermektedir. Bu maddeye göre çocukların, vefat eden ana veya babaları üzerinden yetim aylığı alabilmesinin şartları vardır. "Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmayan veya kendi sigortalılığı nedeniyle gelir veya aylık bağlanmamış çocuklardan;
1) 18 yaşını, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yükseköğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmayanların veya,

2) Kurum Sağlık Kurulu kararı ile çalışma gücünü en az % 60 oranında yitirip malul olduğu anlaşılanların veya,

3) Yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarının, her birine % 25'i oranında yetim aylığı verilmektedir."

Görüldüğü üzere, sağlıklı erkek çocuklara en fazla 25 yaşına kadar yetim aylığı verilirken malul erkek çocuklara ömür boyunca yetim aylığı verilmektedir. Öte yandan, malul olup da ömür boyunca yetim aylığı alacak olan çocuklar evlenseler bile yetim aylığı almaya devam ederler.

HEM ANASIZ HEM DE BABASIZ KALANLARA YÜZDE 50

Yine mevzuat gereğince, çocuklardan sigortalının ölümü ile anasız ve babasız kalan veya sonradan bu duruma düşenlerle, ana ve babaları arasında evlilik bağı bulunmayan veya sigortalının ölümü tarihinde evlilik bağı bulunmakla beraber ana veya babaları sonradan evlenenler ile kendisinden başka aylık alan hak sahibi bulunmayanların her birine % 50'si oranında yetim aylığı verilmektedir.

Sigortalı tarafından evlat edinilmiş, tanınmış veya soy bağı düzeltilmiş veya babalığı hükme bağlanmış çocukları ile sigortalının ölümünden sonra doğan çocukları, bağlanacak aylıktan aynı şartlarla yararlanırlar.

SGK ARA SIRA KONTROL MUAYENESİ YAPTIRABİLİR

Kanunun 94'üncü maddesine göre; SGK, aylık veya gelir bağlanan ve çalışma gücünün en az % 60'ını yitiren malul çocukların kontrol muayenesine tabi tutulmasını talep edebilir.

Çalışma gücünün en az % 60'ını yitiren malul çocuklara bağlanmış bulunan gelir ve aylıklar, kontrol muayenesi sonunda tespit edilecek malullük durumuna göre, malul olmaktan çıkmışlarsa rapor tarihinden sonraki ödeme dönemi başından itibaren kesilir.

İzleyiciler